İspanyol yazar Carles Sala i Vila’nın geçtiğimiz ay Can Çocuk’tan yayımlanan XXVII. Guillem Cifre de Colonya Ödüllü İyi Geceler, Julia kitabı okuyucusuna Roberto Benigni imzalı Hayat Güzeldir (1997) filmi tadında bir hikaye anlatır. Hikayenin kahramanı Julia diğer çocuklar gibi tedavi olmak için hastanededir ancak ne zaman iyileşeceği belli değildir. Filmde Roberto Benigni’nin canlandırdığı Guida karakterini anımsatan Julia’nın büyükbabası ona hastane hayatını bir oyun gibi gösterek sanki beş yıldızlı bir otelde tatil yapıyorlarmış gibi davranır.
Hareket alanımız sınırlandığında alternatif bir özel alan yaratma çabasına girmek sanırım kaçınılmazdır. Kendini hastane odasında sıkışmış hisseden Julia’nın başka bir gerçeklik arayışı bu bağlamda evrenseldir. Kaldığı hastane odasının sınırlarının dışına çıkmak hikayede Julia’nın en büyük arzusu olarak belirir. Bu arzusuna cevap rüyalarından gelir. Ne de olsa rüyalar özgürlüklerin sonuna kadar kullanıldığı ve üretildiği, umutların her koşulda yeniden yeşertildiği hayal alemlerimizdir.
Kafanızı yastığınıza koyduğunuz bir anda kulağınıza fısıltılar geldiğini fark ederseniz ne yaparsanız? Julia’nın merakı ona uykusunda arkadaşlık edeceğini söyleyen yastığı Pofuduk ile tanışmasına imkan verir. Hem kolları hem de bacakları olan Pofuduk ile çıktıkları ilk rüyada Julia yatağının palmiyelerle, hindistan cevizleriyle, sarmaşıklarla, çeşit çeşit bitki ve konuşan hayvanla çevrili olduğunu görür. Bu, bir süredir kapalı kaldığı hastane odasının yalıtılmışlığının aksine “gökyüzünü görebildiği, havada dolaşan virüslerden korkmadığı” bir gerçekliktir. Sonrasında okuyucu Julia’nın birbiriyle ilişkili ve heyecan dozu yüksek yeni bir kurgusal dünyanın sınırlarını zorlayışına tanıklık eder.
Julia’nın hayatında kapılarını açtığı bu yeni dünyanın sırlarını tereddüt etmeden paylaşabileceği çok kişi yoktur. Tedavi olmak için hastaneye geldiği ilk gün bahçeye bakan bekleme odasında tanıştığı Bruno hastanedeki tek ve en iyi arkadaşıdır ancak onu da bir süredir görememektedir. Julia ile Bruno’nun tanışmalarındaki gerilim sembolik olabileceği kadar gündelik hayattaki bir çok ilişkide yaşanabilecek niteliktedir. Julia, kız kızkardeşlerinden birini Bruno’nun şaka yollu da olsa almak istemesine büyük bir öfke ile karşılık verse de onun “hep bir kız kardeşi olmasını istediğini öğrendiğinde ise kendisinin o kız kardeş olduğunu düşünmeye başlar.”
Julia’nın hikaye boyunca izlenebilen özgürlük arzusu rüyalar görmeye başladıktan kısa bir süre sonra Bruno’yu görme isteği ile iç içe geçer. Örneğin, Bruno’dan bir mektup dahi alamıyor olmaktan duyduğu mutsuzluk onun çok yorgun olduğu ve kimseyi görmek istemediği duyumuyla birden büyük bir endişeye dönüşür. Bruno’nun başına bir şey gelmiş olmasından o kadar korkar ki “ne yapıp edip onu uzaktan da olsa görmeye karar verir.” Hal böyle olunca Bruno’nun çizdiği hastane haritası ile “rüyalar aleminde dolaşarak gerçekleri görmek” hareketlerinin ve de rüyalarının yönünü belirler.
Julia’nın yaşadığı endişe şüphesiz hastanedeki tek can dostunu/abisini yitirmekten duyduğu üzüntüden kaynaklanır. Aynı zamanda hastanede verilen mücadelenin kaybedilişi demektir de. Julia’nın bilinçdışı istek ve arzularını Bruno’nun kız kardeşi olmayı kabul ederek dışa vurduğunu da söylemek mümkündür. Julia’nın büyük bir özenle odasında hazırladığı kağıttan kutunun içine yediği kiraz çekirdekleri koyması ve ardından bu kutuyu (rüyalarında) Bruno’ya vermek için onca tehlikeye girmesi bu arzunun bir uzantısı olarak da okunabilir sanıyorum.
Rüyaların var olan korkularla yüzleşmek (hatta onlara meydan okumak) ve kişinin bilinçdışı çatışmalarını su yüzüne çıkarmak gibi çok amaçlı faydalarını Julia’nın hikayesinde açıkça görürüz. Rüyaların eğlenceli ve renkli doğaları ise bu işin cabasıdır! Bu sebepten, rüya görmeyi zaman kaybından başka bir şey olarak görmeyen babasının aksine Julia “büyümek babası gibi düşünmekse eğer büyümemeyi tercih edecektir.”
* Bu yazı, Radikal Kitap'ta Haziran 2013 tarihinde yayınlanmıştır.
留言